Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Bir çözüm modeli: Demokratik Özerklik - 1

 Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ile 2006 yılında gündeme getirilen, 2007 yılında inşa sürecine başlanılan ve 2011 yılında ilan edilen Demokratik Özerklik, yeni anayasa sürecinin başlaması ile tekrar gündemde. Kürt siyasetinin siyasal statü olarak yeni anayasada yer alması için mücadele ederken, DTK düzenlediği çalıştay ile “Neden Demokratik Özerklik, Demokratik Özerklik nedir?” sorularını yanıtladı.
Yıllardır çözümsüz bırakılan ve her iktidar tarafından başka bahara ertelenen Kürt sorununun demokratik çözümünde inisiyatif alarak somut taleplerini ortaya koyan ve çözüm projesi olarak Demokratik Özerklik modelini sunan Kürtler, modelin sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel, kadın ve diplomatik boyutlarını hayata geçirmeye yönelik girişimlerini sürdürüyor. Bölgenin en büyük sivil toplum platformu olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ile 2006 yılında gündeme getirilen, 2007 yılında inşa sürecine başlanılan ve 2011 yılında ilan edilen Demokratik Özerklik her ne kadar iktidar tarafından “Bölücü proje” olarak lanse etse de Kürt siyaseti her platformda söz konusu modelin “Birlikte yaşam projesi” olarak ifade etti. 
2009 yılı yerel seçimleri, 2010 ile 2011 Newroz’u ve 2011 genel seçimleri ile modeli referanduma götüren Kürt siyaseti, elde ettiği sonuçlar dikkate alındığında söz konusu modelin bölge halkının onayından geçtiği yönünde yorumlandı. Bunun yanı sıra geçtiğimiz aylarda Sosyal Siyasal Araştırmalar Merkezi (SAMER), 11 bölge ilinde yaptığı araştırmada Kürtlere yasal statü tanınması talebini dile getirenlerin oranı yüzde 81.5 olarak belirlenirken, bunun yüzde 46’sı statünün Demokratik Özerklik olması görüşünü dile getirdi. Peki neden Demokratik Özerklik? Demokratik Özerklik nedir? Bu sorular DTK’nin 2.’sini düzenlediği “Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda yanıtını buldu.

‘Soykırım tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor’
DTK düzenlediği çalıştay ile hazırladığı sunumlarla, tarihsel süreçleri ele alarak modeli anlattı. “Neolitik tarım devriminin gerçekleştiği Mezopotamya’nın en eski halkı olan Kürtler, bugün inkar ve imha politikaları sonucu soykırım tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor” tespiti ile başlayan DTK, “Ulus devletçi anlayışlar Kürdistan’ı kendi uluslaşmalarının yayılma alanı olarak görmekte ve bunun için görülmedik baskı, istismar ve asimilasyon yöntemleri uygulamaktadırlar. Kürtlerin bu insanlık dışı amaca karşı onurlu direnişleri olmasa, insanlığın kök hücresi gibi eski olan bu halk gerçekliği yok olmakla yüz yüze kalacaktır. İlk devletçi uygarlık ve imparatorluklar aşağı Mezopotamya’da ortaya çıktıklarında gözünü diktikleri yer Kürdistan olmuştur. Bu nedenle Kürtler tarihte özgürlük mücadelesi veren halkların başında gelmektedir. Tüm imparatorluklar bu coğrafya üzerinde egemenlik kurmak istediklerinden Kürtler tarih boyu özgürlüklerini ve varlıklarını koruma mücadelesi içinde olmuşlardır” tespitinde bulunuyor.
Kürtlerin, devlet hakimiyetinin olduğu ova yerlerde köle yaşamaktansa, dağlık alanlarda aşiret yapısı içinde kendi yaşamlarını sürdürme yolunu seçtiği belirtilirken, “Devlet ve imparatorlukların Kürdistan üzerinde sürekli baskı kurması onları bir taraftan aşiret konfederasyonları biçiminde savunma yapmaya yöneltirken, diğer taraftan da bu temelde güçlenen yapılarıyla komşu halklarla birbirini tanıma temelinde bir arada yaşama kültürünü oluşturmuştur. Ortadoğu halkları devletler ve istilacı güçlerle sorunlar yaşasalar da birbirine düşmanlık beslemeden ve birbirini tamamlayarak yaşamışlardır. Devletler içinde de belli düzeyde otonomilerini koruyarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ortadoğu halkları ulus devlet zihniyeti ortaya çıkana kadar doğal özerklik biçiminde de tanımlanabilecek yerelde kendi kendini yöneten ve yaşamlarına dış müdahalelerin olmadığı bir statü içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir” tespiti yapılıyor.

Ulus devlet halkları birbirine düşman etti
“Kapitalist modernitenin ulus devlet zihniyeti ve ideolojisi olan milliyetçilik zehri Ortadoğu’ya girdikten sonra başta Kürtler olmak üzere halklar açısından ağır ulusal, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar baş göstermiştir” diyen DTK, “Ortadoğu halkları açısından tarih içinde oluşmuş ilişkiler ve dengeler bu nedenle alt-üst olmuştur. Dünyanın her yerinde olduğu gibi milliyetçilik zehrine bulaşan halklar diğer halkların düşmanı haline getirildiği gibi, ulus devletler de diğer halkların kültürlerini yok etmek için sistematik bir inkar, imha ve asimilasyon saldırısı başlatmışlardır. Bunun sonucu Kürtler kapitalist modernite öncesi var olan otonomilerini kaybetmeyle karşı karşıya kaldıkları gibi, ulusal varlıklarına yönelik saldırılara da maruz kalmışlardır” açıklamasında bulunuyor.
20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Kürtlere karşı kültürel ve fiziki soykırım politikalarının izlendiği belirtilirken, “Bunun sonucu Kürtler; Türk, Arap ve Fars ulus-devletleri altında görülmedik ağır baskılarlarla karşılaşmış, 20. Yüzyılın son çeyreğinde ulusal varlıklarını tümden kaybetme noktasına gelmişlerdir. Bugün hala Türkiye’de Kürtleri Türk uluslaşması içinde eritme politikası sürdürülmektedir. Halbuki Türk-Kürt ilişkileri tarihte böyle başlamamıştır. Türkler, Bizans imparatorluğunun hakim olduğu Anadolu’ya ilk yöneldiklerinde aynı dine mensup Kürtleri dost bir halk olarak yanlarında bulmuşlardır. Türkler, Sultan Alparslan’ın komuta ettiği Malazgirt savaşını Kürtlerin desteğiyle kazanmışlardır. Anadolu içlerine doğru yönelirken Kürtlerle ittifak içinde olmayı başarıları için zorunlu görmüşlerdir. Kürtler de Türkleri ittifak kuracakları bir Müslüman halk olarak ele almışlardır. Türkler Batıya girişte Kürtleri yanında gördükleri gibi, 1514’te Çaldıran savaşında doğu sınırını sağlama almada da Kürtlerin büyük desteğini almışlardır. Osmanlılar yüzyıllar boyu Kürtlerle iyi ilişki içinde olmanın bilinciyle hareket etmiştir. İmparatorluğun çöküşünün yaşandığı 19. Yüzyılda Kürtlere yönelik olumsuz politikalar sonucu isyanlar gelişmiştir. Bozulan bu ilişkiler 20. yüzyılda trajik bir hal almıştır” şeklinde tarihsel olaylara dikkat çekiliyor.

‘Ulus devlet politikası, halklara büyük acılar yaşattı’
20. yüzyılın başından itibaren İttihat ve Terakki’nin diğer halkları yok etme temelinde Osmanlı imparatorluğundan geriye kalan topraklar üzerinde Türk uluslaşmasına dayalı ulus devlet yaratma politikası, diğer halklara büyük acılar yaşattığını dile getiren nedenlere ilişkin şunlar belirtiliyor: 
“Kürt-Türk ilişkilerinde de Kürtleri yok oluş sürecine götüren bir dönemin başlamasının ideolojik ve siyasi temeli olmuştur. Osmanlı’nın birinci dünya savaşında tümden dağılması ve Türk ulusal varlığının tehlikeye girmesi karşısında Mustafa Kemal tarihteki geleneğe uygun olarak özellikle Kürtlerle ilişki ve ittifak içinde olmayı çok önemli görmüştür. Türkler Kurtuluş Savaşı’nı bu temelde kazanmış; Türkiye Cumhuriyeti bu ilişki sayesinde kurulmuştur. Böylelikle Kürtlerle ilişkinin Türkler için büyük değeri bir kez daha anlaşılmıştır. Mustafa Kemal’in o yıllarda Kürdistan için otonomi düşünmesi ve ilk meclisin 1922 Şubat’ında bu yönlü karar alması, yeni Türkiye’nin kuruluşunda Kürt-Türk ilişkilerinin öneminin anlaşılmasının bir sonucudur. Kürtler de Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemdeki politikalarından önemli zararlar görmelerine ve ciddi sıkıntılar yaşamalarına rağmen Araplar ve diğer halklar gibi ayrılmayı değil, aynı dinden olan ve geçmişten beri otonomilerini koruyarak aynı devlet içinde yer aldıkları Türklerle yine özerkliklerini belirli oranda koruyarak birlikte yaşamayı tercih etmişlerdir.”

İttihat Terakki’nin politikası ve sonuçları
“Türkiye’nin kuruluşunda büyük rol oynayan ilk meclis ve bu temelde kurulan Türkiye’nin kuruluş felsefesi ve siyasetinde bırakalım Kürt inkarının olması, Kürtlerle birlikte kurulmuş yeni bir Türkiye vardır” tespitine de yer verilen sunumda şunlar yer alıyor: “Türkiye’nin kuruluş siyaseti ve felsefesi Kürtler açısından da kendi kimlik ve varlıklarıyla içinde yer aldıkları bir anlayışa dayanmaktadır. Ancak Türkiye’nin uluslararası alanda meşruiyetinin temeli olan Lozan anlaşmasından sonra, Türkiye sınırları içinde ulus devlet kurmak isteyen ittihat terakkiciler harekete geçmişlerdir. Lozan görüşmeleri sırasında kendilerini Türklerin ve Kürtlerin temsilcileri olarak gösterip Kürtlerin desteğini alan Türkiye, daha sonra Lozan anlaşmasını Kürtlerin, Türklük içinde eritildiği ulus devletin dayandığı meşruiyet aracı haline getirmişlerdir. Şeyh Said isyanına yol açan da İttihat Terakki zihniyetinin ulus devlet politikası olmuştur. Daha sonra da bu isyanı gerekçe yaparak Kürtler üzerinde insanlık tarihinin en acımasız yok etme politikalarından birini izlemişlerdir. Ermeni soykırımı gibi şok ve trajik bir soykırıma yönelmemiş olsalar da uluslar arası egemen güçlerin de desteğini alarak fiziki katliamlar da dahil Kürtlerin tümden bitirilmesini hedefleyen tehlikeli planı gün gün acımasızca uygulamışlardır.”

‘Şark Islahat Planı, bir suç belgesidir’
“Bu inkar, imha ve soykırımın çok kapsamlı program ve planı olan Doğu Islahat Planı, tarihte görülen soykırımların en bilinçli ve planlı olanıdır” tespiti yapılırken, “Şark (Doğu Islahat Planı insanlık açısından tam bir suç belgesidir. 20. Yüzyıl boyunca Kürtlere uygulanan katliamların, baskıların ve soykırımın her türlü biçiminin hangi zihniyet ve amaçla yapıldığını göstermektedir. Kürtlerin Türkleştirilmesi ve Kürdistan’ın Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmesinin tüm yol ve yöntemleri bu planda ortaya konulmuştur. Kürtlerin Türkiye’nin Batı illerine sürülmesi, Türklerin Kürdistan’a yerleştirilmesi; çocuklardan başlayarak tüm Kürtlere dillerini ve kültürlerinin unutturulması; Kürtlüğü düşünmenin bile suç haline getirilmesi, bu politika önünde engel olan her birey ve grubun ise açıkça ezilmesi kararlaştırılmış ve uygulanmıştır. Bu politika, Kürdistan’ın tüm köy, kasaba ve şehirlerinde hayata geçirilmiştir. Siyasi, ekonomik ve kültürel soykırım bir değirmen gibi Kürt toplumunu öğütüp toplum kırıma uğratmıştır. Bu çok yönlü soykırım politikasına direnen bir tek kişi bırakılmayarak tüm Kürtlerin soykırıma tabii tutulması için Kürdistan her gün ve her saatte ağır baskılar altında tutulan bir coğrafya haline getirilmiştir. Bu baskıcı politikalar sonucu başta Ağrı ve Dersim olmak üzere birçok Kürt isyanı ortaya çıkmıştır. Direnmekten ve isyan etmekten başka yol kalmamıştı Aslında bu ağır baskılar karşısında normal bir toplum ve insandan bu yönlü refleks göstermekten başka bir tutum beklemek zaten anormal bir durum olurdu” şeklinde ifade ediliyor.

Kürtleri yok etmek için kurulan ittifaklar
Sorunun uluslararası boyutuna ilişkin de şunlar belirtiliyor: “Türk devleti bu inkar ve imha politikasını bugüne kadar pervasızca yürütürken, 20. yüzyıl başında kurulmuş Ortadoğu statükosu ve bu statükoyu kendi çıkarlarına gören uluslararası güçlerden de destek almıştır. Türkiye’nin Kürtler üzerinde egemenlik kuran diğer devletlerle Kürtlerin ulusal varlıklarının yok edilmesi konusunda kurduğu ittifak da bu politikanın ağır biçimde sürdürülmesini sağlamıştır. Ulus devletlerin halklar ve farklı kültürler açısından nasıl bir soykırımcı karakter taşıdığını Kürtler üzerinde egemenlik kuran bu devletlerin politikalarında çok açık biçimde görmek mümkündür. Kürtler dışındaki Ermeni, Rum, Süryani gibi farklı etnik ve inançtan olan topluluklar ise izlenen tek millet ve tek inanç yaratma doğrultusundaki politikalar sonucu ya fiziki soykırımlarla ya da trajik tehcir yoluyla sayıları sadece birkaç binle ifade edilen duruma düşürülmüşlerdir. 
1970’li yıllara gelindiğinde Türk devleti uyguladıkları politikaların Kürtlerin bir daha ayağa kalkamayacağı biçimde sonuç aldığını düşünmekteydi. Kürtler, bu politikalar sonucu varlığını yok etmek isteyen egemenler karşısında çaresizlik içinde teslim olmuş duruma düşürülmüştür. Türkleşme ve ulusal yok oluş bir kader gibi görülmektedir. Öyle ki Kürtlük gerilik, Türklük ise çağdaşlık olarak bilinçlere yerleştirilerek Türklüğü gönüllü benimsetmeye çalışılmıştır. Kuzey Kürdistan’da tüm Kürtler bu hale getirilmiş olmasa da, genel eğilim ve trend bu yönde işlemektedir. Bu durumu içlerine sindiremeyenler ise artık bir şey yapılamaz noktasına getirilmiştir.”

‘Klasik Kürt inkarcılığı iflas etti’
“Klasik Kürt inkarcılığı iflas etmiştir” diyen Demokratik Toplum Kongresi (DTK), “Artık Türk devleti eski politikayı sürdüremez hale geldiği gibi, Kürt halkı da eski statü altında yaşamak istememektedir” diyerek, ulusal sorunlara en iyi çözüm modelinin Demokratik Özerklik olduğunu savunuyor. Modeli, “Demokratik cumhuriyetin, Kürdistan’daki izdüşümü” olarak tanımlayan DTK, modelin Türkiye’den başlamak üzere İran, Suriye ve Irak olmak üzere Kürtlerin devletlerle ilişkisinde yeni bir dönem başlatacağını savunuyor.
Kürt sorununun tarihsel gelişimi, dünyada, özelde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, değişen dünya konjonktürü ile açığa çıkan sonuçları da ele alarak, halkların demokratik birlikteliğini sağlayacak en uygun modelin Demokratik Özerklik olduğunu savunan Demokratik Toplum Kongresi (DTK), söz konusu modelin imkansız olmadığı görüşünde. Demokratik Özerkliğin 2011 yılında ilan edilmesinin ardından Köy Komünleri, Mahalle, İlçe ve Kent meclislerini oluşturan DTK, engellemelere ve baskılara rağmen bir yıllık pratik ile modelin uygulanabilir olduğunu savunarak, “Neden Demokratik Özerklik” ve Demokratik Özerklik nedir?” sorularını yanıtladı.
Koşullar ne kadar zor, imkansızlıklar ne kadar umut kırıcı olursa olsun bir insan ve bir halkın karar verdiği taktirde yok oluşa karşı direnebileceğini ve varlığını koruyabileceğini belirten DTK, “Nitekim verilen mücadele sonucu artık klasik Kürt inkarcılığının iflas ettiğini belirtmek mümkündür. Bundan da öte, artık oyalama ve aldatmanın hiçbir biçimini kabul etmeyen bir halk gerçekliği ve çözümün derhal gerçekleşmesi gereken bir süreci yaşamaktayız. Tüm olumsuzluklara ve ortaya çıkacak engellere rağmen uluslararası ve bölgesel siyasal durum da Kürt sorununun çözümü açısından elverişli hale gelmiş bulunmaktadır. Kürtlerin mücadelesi sonucu Türkiye’nin içine düştüğü durum ve Kürt sorununun çözümü konusundaki Türkiye toplumunda ortaya çıkan eğilim de çözüme dönük tarihi imkan ve fırsatları sunmaktadır. Artık Türk devleti eski politikayı sürdüremez hale geldiği gibi, Kürt halkı da eski statü altında yaşamak istememektedir. Kürt sorununun demokratik çözüm modeli olarak ortaya konulan Demokratik Özerklik’in, yaşamın tüm alanlarında devrimci demokratik bir ruhla örgütlendirilip harekete geçirilerek sorunun çözümü mümkündür” diyor.

‘Ulusal sorunlarda en doğru çözüm modeli’
Demokratik Özerklik’in, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde demokratik cumhuriyet haline gelmesi için önerilen çözüm projesi olarak ifade edilirken, bugüne kadar devletle diyalog temelinde uygulanmaya çalışılan bu demokratik çözüm modelinin mücadeleyle inşaya da uygun olduğu belirtiliyor. Bu modelin bugün daha fazla güncel hale gelmesi, 2000’li yılların başındaki paradigmasal değişime dayalı olarak geliştirilen çözüm programının gereği olduğunu belirten DTK, bu programa ulaşmada yol ve yöntemlerin değiştiğinin altını çiziyor. Demokratik Özerklik’in, ulus devletin farklı toplulukları bir arada tutması yerine sürekli çatıştıran ve istikrarsızlık yaratan karakteri nedeniyle toplumları birbirinden uzaklaştıran anlayışına karşı ulusal sorunlarda en doğru çözüm modeli olduğunu savunan DTK, “Nitekim günümüzde farklı toplulukların yaşadığı ulus devletler dönüşüme uğrayarak özerklikler temelinde farklı etnik ve dinsel toplulukların bir arada yaşadığı göreceli demokratik siyasal sistemler haline gelmektedirler. Çünkü farklılıkların özgünlüğünü ve özerkliğini kabul etme temelinde çoğulcu bir toplum olmak çağımızın temel demokratik eğilimidir” tespitinde bulunuyor.  DEVAM EDECEK

SERTAÇ KAYAR