Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Kürtler kurbanlık insanlar değildir- MUZAFFER AYATA

Başbakan Erdoğan İmralı’daki görüşmeler konusunda biraz daha kararlı konuşmaya başladı. Ancak buna uygun bütünlüklü bir tutum ve politika netliği yok. Hem sürecin sağlıklı gitmesi için özen gösterdiklerini söylüyorlar hem de süreci rayından çıkaracak tutum ve eylemlerden de geri durmuyorlar. Bunun en açık örneği de gerilla bölgelerini kar kış demeden sürekli bombardımana tutmalarıdır. Buna ek olarak özellikle Paris katliamından sonra Avrupa devletlerine yaptığı çağrı ve baskılardır.

Erdoğan, Avrupalı’lardan Kürt politikacılarını kendilerine teslim etmelerini istemektedir. Bunu da hukuki ölçüler içinde kalarak yapmıyor. “Sizin teröristlerle muhabbetiniz fazla” diyor. Madem terörist diyorsunuz, o zaman bize teslim edin, baskısı yapıyor. Avrupa’ya kaçmış, iltica etmiş Kürtleri buralarda da kovalamaya devam ediyorlar. Düzenledikleri derme çatma dosyalarla sürgündeki Kürt politikacılarını kriminalize ediyor ve interpol kırmızı bültenlerine almaya çalışıyorlar.
Bu kovalama ve yaşatmama politikası Türk devletinin geleneksel politikasıdır. Erdoğan bu gelenksel anti-Kürt politikasını terk etmiş değildir. Bunu güncelleştirerek daha bir hevesle sürdürmektedir. Sözde reformlar yapmış, “asimilasyon ve inkarı ayaklar altına almış“ Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan Kürtler bu inkar ve imha politikalarının bir ürünüydü. Eğer bu politikalar terk edilmiş ve köklü değişimler olmuşsa Avrupa’daki politik mültecilerin de Türkiye’ye dönmesi ve Erdoğan gibi kendi ülkelerinde serbestçe politika yapmaları gerekirdi.

Görüldüğü gibi Avrupa’daki politik mülteciler Erdoğan gibi Türkiye’de serbestçe örgütlenme ve politika yapma imkanlarına kavuşmaktan çok uzaklar. Bu da yetmiyor, bir de teslim edilmelerine ve hapishanelere doldurulmalarına çalışmaktadırlar. Türkiye’de binlercesi hapishanedeyken ve bu sorunun çözümüne herhangi bir katkı sunmazken buna bir de Avrupa’dakileri de eklemeye çalışmaktadırlar.

Avrupa’ya kaçanların bir kısmi daha önce Türkiye’de ağır işkenceler görmüş, uzun yıllar hapis yatmış, köylerini yakılmış, yaşam alanları yokedilmiş insanlar. Anlaşılan bu yapılanlar yetmemiş, Erdoğan kendi topraklarından kaçmak zorunda kalmış insanları tekrar toplayıp hapishanelere doldurmaya çalışıyor. Güya inkarı ve imhayı da terk etmiş. Bu söylemle yapılanlar birbirine hiç uymuyor. Bu açıdan da özellikle demokratik kesimlerde ve Kürt halkında bu söylemler hiç heyecan uyandırmıyor ve inandırıcı gelmiyor.
Eğer Erdoğan imha ve inkarı terk etmişse, yasal anayasal sistemi buna uygun hale getirir. Bizler de Avrupa’dan hapishanelere girmek için değil, özgürce politika yapmak için döneriz. Bunun için çalışacağına, biz Avrupa’dakilerin maruz kaldıkları haksızlıkları ve mağduriyetleri giderme yerine hapishanelere almaya çalışıyor. Bunu da güya Avrupa devletlerine baskı yaparak elde yetmeye çalışıyor. Baskıyla ve hapishanelere atmayla olsaydı, bu sorun şimdi çoktan çözülmüş olurdu.
Türkiye’nin sorunu insanların hapishanelere yeteri miktarda doldurulmaması değildir. Eğer hapishanelere doldurma işi hal etseydi, 12 Eylül’den beri hapishaneler hep Kürtlerle doluydu. Üstelik son iki üç yıldır hapishanelerde olan Kürt sayısı 12 Eylül askeri faşist darbesi yıllarından daha fazladır. Bunlara Avrupa’dan alınacak birkaç yüz kişiyi eklemekle sorunun çözümüne herhangi bir katkı olmaz. Bu açıdan AKP kovalama ve hapishaneleri adres olarak gösterme yerine barışın yollarını arama konusunda Kürtlerden yardım istemeli ve işbirliği yapmalıdır.

Erdoğan ısrarla hem müzakere hem de terörle mücadeleyi gevşetmeyeceğiz demektedir. Anlaşılan o meşhur stratejistleri ve danışmanları onu konuda ikna etmişler. Bu ikili politika çok tehlikelidir. Ayrıca Kürtleri öldürerek, bombalayarak, tutuklayarak hayırlı bir sonuç elde etme şansları yoktur. Erdoğan son otuz yılın sonuçlarına iyi bakmalıdır. Kürtler artık bu yolları aştı. Bu politikalarda ısrar can ve mal kaybının artmasına ve zaman kaybına yol açmaktadır. Tehdit ve şiddetle Kürtler kimliklerinden ve haklarından vazgeçmez. Vazgeçseydi bugüne kadar ayakta kalmazlardı.

Bu politikanın kırılgan ve tehlikeli olduğunu herkes anlamalıdır. Şimdi gerilla bölgeleri bombalanırken, gerillalar öldürülürken ses çıkarmayanlar yarın gerilla güçleri misilleme yaptığında söyleyecekleri bir şeyleri kalmaz. Kürtlerin hayatları daha ucuz değildir. Barış sadece Kürtlerin talebi de değildir. Bu savaşta Türk halkının da çıkarı yoktur. Eğer barış ve demokrasi egemen olsun deniyorsa, hükümet yandaşlığından ve psikolojik savaştan vazgeçilmelidir.

Özellikle Türk basınının tutumu çok cesaret verici değildir. Gerilla bölgeleri defalarca bombalandı. Ancak Türk basınında bu yapılanlar sanki doğal ve hükümetin hakkıymış gibi karşılandı. Diyarbakır’da polis panzerinin ezdiği bir genci vali açıklaması üzerine gün boyu ‘elinde bomba patladı‘ diye verdiler. Halbuki bu basın organlarının çoğunun bölgede muhabirleri vardır. Bu haberi sadece valinin ağzından vermeleri gerekmiyor. 

Türk basını artık eski ve kötü alışkanlıklarını terk etmelidir. Polisin, güvenlik birimlerinin belirlediği kavramlarla bu tarihi sorunu adlandırmaktan uzak durmalıdır. Kara propaganda ve düşmanlık edebiyatıyla bu topraklara barış gelmez. Devleti kutsallaştırmanın ve Kürtleri de hep kurban olarak sunmanın kimseye getirdiği bir büyüklük ve onur yoktur. Ayrıca bu oyunları ve kurbanlık olmayı artık Kürt halkı kabul etmez. Herkes aklını başına toplamalı ve tarihin akışına karşı durmamalıdır.
Kaynak:Özgür Politika