Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Sırrı Süreyya Önder, Tansu Çiller'i ağlatan soruyu anlattı

 TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu dün (7 Kasım 2012) eski Başbakan Tansu Çiller'i dinledi. Komisyon içerisinde yer alan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'de  bugün  Radikal gazetesinde görüşmeye dair notları aktardı.Önder'in Radikal gazetesindeki yazısı şöyle:Ben size sonundan anlatmaya başlayayım.
Çiller’in yalısından çıkınca Mülkiye’den hocam Baskın Oran beni aradı.
Sonrası şöyle gelişti.
-Aziz Hocam Muleta nedir?
-Niye sordun? Boğa güreşi mi yapacaksın?
-?!!!
-Boğaya sallanan kırmızı bezin sarıldığı sopaya denir!
Bu bilgi küpü karşısında ezilmemek için.
-Ama ben Edip Cansever’in Muleta şiirini hatırlıyorum. Orada zoppa neyim yok idi, ondan şey ettim hocam...
Baskın Hoca’nın bana dediklerini yazarsam, pedagoji formasyonunu iptal ederler. Kendisine beni niçün aradığını sordum.
12 Eylül komisyonu onu dinleyecekmiş, benden kopya istiyor.
Kendisinin sınavlarda ne kadar zalım bir hoca olduğunu başına kakmadım. “Hocam kimin ne soracağını tahmin etmek güç ama CHP ’li vekillerin soracakları belli” dedim.
“Nedir?” dedi.
Sen hangi zulmü anlatırsan anlat onlar, “peki ya bugün olanlar hakkında ne diyeceksiniz?!” diye soracaklar dedim.
Hoca “niye onlar gazete okumuyorlar mı?” dedi. “Ulan ben böyle kelek sorulara kızarım ama!” falan diye söylenirken “sen niye sordun ‘muleta’yı” dedi.
Tansu Çiller ’in sık sık bu kavramı kullandığını ben de cehaletim belli olmasın diye soramadığımı söyledim.
“Ulan böyle durumlarda bu lafı söyleyene soracaksın, diğer bilmeyenlerin de hayır duasını alırsın” dedi ve telefonu yüzüme kapattı.
Tansu Çiller’in yalısının girişinde kocaman bir çerçevenin içinde bir soyağacı vardı.
Soyağacının en başında Zenbilli Ali Efendi’yi görünce bir destur çektim.
Zira Üstad Bediüzzaman Şualar’da Zenbilli Ali Efendi’yi, cin ve insin şeyhülislamı olarak zikreder.
Meğer Özer Çiller onun soyundan gelmekteymiş.
Salondaki yerimizi aldık. Tansu Çiller bir sunum yaptı. Özetle, kendisinin demokrasi âşığı bir iktisatçı olduğunu söyledi. Bütün kötülükleri “istemezlerin komplosuna” sorumluluğu içinde olan mevzuları da acemilik masumiyetine bağladı

Savaş Buldan’ın kızı.Ben Kürt işadamlarının listesinden, katledilen Kürtlere, onun devri iktidarında boşaltılan 1500 köyden Madımak katliamına, Meclis’ten tekme tokat atılan vekillerden Özgür Ülke gazetesi için yayımladığı gizli belgeye, yaklaşık 1500 faili meçhulden kayıplara varana dair her şeyi sordum, belgelerini dilerse kendisine vereceğimi söyledim. Hepsine yukarıdaki kurgu temelli cevaplar hazırlamıştı.
Savaş Buldan’ın hikâyesini anlatırken Pervin Buldan’ın sorusunu ilettim. Bu listeyle ilgili hiçbir hukuki süreç yürütmediğini ama listede olan insanların katledildiğini söyledim. Savaş Buldan’ın Bolu atış poligonunda işkenceyle öldürüldüğü gün doğan kızından bahsettim. Ağlamaya başladı. Kendisinin de bir ana olduğunu, bunları yaptırmış olamayacağına delil olarak belirtti.
Bir 28 Şubat mağduriyetliği kurgusunun, en azından kendisi için gerçeklikle bağdaşmadığını çünkü dönemin kudretli paşalarından Doğan Güreş ’in kendisi için “o tak diye emreder biz şak diye yaparız” dediğini anlattım. Katledilen milletvekili Mehmet Sincar’ı, suikasta uğrayan Milletvekili Murat Bozlak’ı hatırlattım. Ben güvenlik kuvvetlerine sorduğumda, Kürtler birbirlerini öldürüyorlar şeklinde cevaplar aldığını söyledi.
Refah Partisi’yle asla koalisyon kurmam diyerek kampanya yaptığı halde niye koalisyona gittiğini sormadığımı bunu gayet demokratik ve doğal bulduğumu söyledim. Niçin “asla koalisyon kurmam” dediğini merak ettiğimi aktardım. Çünkü 28 Şubat’ın zihniyetinin en kristalize olmuş haliydi bu söylem. O ısrarla niye koalisyon kurduğunu anlatmaya çalıştı. Israrım üzerine “siyasetçiler öyle konuşurlar” diyerek geçiştirdi.
Eski vekil arkadaşlarını çağırmıştı. Sıra gecesi gibi yan tarafa dizilip arada sırada Çiller’in yanlışlarını düzelttiler.
Velhasıl-ı kelam, yüzleşme ve yeni bilgiye ulaşma babında Raci Tetik’in bir başka versiyonu olarak kazındı hafızama.
Bir anektot anlattı ama hiçbir şey anlamadık. Hatta bittiğini de anlamadık. Bu yüzden kendi söyledi kendisi güldü sadece...
Ben ona Zenbilli Ali Efendi’den bir anektot anlatmak isterdim ama yer ve zaman müsait değildi.
Buradan yazayım, size selam, tüm zamanların zalimlerine de kapak olsun:
Kanûnî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’ nın bahçesindeki ağaçlarda çokca karınca görülmesi üzerine, kurtulmak için çare araştırır ve ağaçların gövdelerine kireç dökülürse meselenin çözüleceğini öğrenir.
Fakat ulemadan izin almadan yapmak istemez ve Zenbilli Ali Efendi’ye meseleyi sorar.
Çok iyi bir şair olan Kanuni, suali de şiirleştirir:
“Dırahtı ger sarmış olsa karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca ?”
Zenbilli Ali Efendi şöyle cevaplar:
“Yarın Hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca”
Kürtler tarihleri boyunca, ağaca zarar veren karınca misali kırıldılar... Başlarına inen sopalar Çiller’in ‘muleta’sına rahmet okutur. Oysa karınca misal sadece ve öylesine yaşıyorlardı. Bir tek Allah’ın kulu Hakkın da bir divanı olduğunu zalim muktedirlere söyleyemedi. Şimdi kendilerine kıyıyorlar ona da kırk kulp takılıyor. Bu sefer divana bırakmaya hiç niyetleri yok, bilesiniz...